23 Aralık 2012 Pazar

Evrim ve Yaratılış-4-

Evrimcilerin Gizledikleri Gerçekler 

Evrimciler en çok kafatasları konusunu gündeme getirirler. Çünkü tarihte çok farklı maymun türleri ve bugünkü ortalama insandan bazı farklılıkları bulunan insan ırkları yaşamışlardır ve bunları birbiri ardına dizerek, bunları birbirinden evrimleşmiş canlılar olarak gösterebilmektedirler. Konuyu fazla bilmeyen bir kişi, bu kafataslarının büyüklüklerine bakarak gerçekten ortada bir evrim süreci olduğunu sanabilir.

Oysa aynı kafatasları iskeletleri açısından incelendiğinde, ortaya çok keskin bir sonuç çıkar. Çünkü evrimciler tarafından Austropopithecus, Homo erectus, Homa habilis gibi isimler verilen canlıların iskeletleri, ya tamamen öne eğik bir iskelettir ve dört ayakla yürümeye göre dizayn edilmiştir, ya da tamamen dik bir iskelettir ve iki ayakla yürümeye göre dizayn edilmiştir. Eğik iskeletler maymunlara, dik iskeletler insanlara aittirler. Ancak evrimciler bunu ustaca gizlemekte ve iskelet konusunu göz ardı ederek bu canlıların kafataslarını birbiri ardına dizmektedirler. Oysa 800 cc.lik kafatası hacmi olan maymunlar bugün de vardırlar ve bazı Afrika yerlilerinin kafatasları hacimleri 900-950 cc.ye kadar inebilmektedir. Yani bu büyüklüklerden yola çıkılarak kesin bir sonuca varılamaz. 

Aslında insanın evrimi hikayesine gelinceye dek açıklanması mümkün olmayan milyonlarca evrim aşaması daha vardır. Çünkü evrim, yalnızca "insanın maymundan evrimleştiği"ni değil, tüm canlı hayatın evrim süreci içinde oluştuğunu öne sürmektedir. Buna göre ilk canlı hayat, aminoasitlerin "tesadüfen" oluşmasıyla başlamış, bunu proteinler izlemiş, ardından tek hücreli canlılar ve suda hayat oluşmuş, sudan karaya, karadan havaya geçiş yaşanmış ve bu şekilde tüm canlılar birbirlerinden türemişlerdir.Oysa üstteki cümlede çok çok kısa bir biçimde özetlediğimiz bu süreç, oluşması ihtimal dışı olan milyonlarca tesadüfe dayanmaktadır. 

Hayat Tesadüfen Oluşabilir mi? 

İhtimallerden bahsetmeden önce "doğa, canlıların en küçük yapı taşı olarak kabul edilen aminoasitleri dahi oluşturamaz mı?" sorusunu cevaplandıralım.

Bu sorunun cevaplandırılması evrimciler için oldukça önemlidir. Çünkü eğer doğa tek bir aminoasit bile üretemiyorsa, ona 'tüm canlıların yaratıcısı' ünvanı yakıştırmanın pek inandırıcı olmayacağı ortadadır. Evrimcilerin aminoasitlerin oluşumu için kullandıkları tek delil 1953'te yapılan Miller Deneyi'dir. Ancak deney, dünya atmosferinin hiç bir dönemde sahip olmadığı gazlar kullanılarak yapılması sebebiyle geçersizdir. 

Bu konuyu, deneyin sahibi Stanley Miller da 1985 yılında İsveç Kraliyet Akademisi'nde verdiği bir konferansta bizzat itiraf etmiştir.1975'de, ilkel atmoferin içerdiği gazlarla (karbondioksit, azot, hidrojen ve su buharı) deneyi tekrarlayan Ferris ve Chen adlı bilimadamları, ilkel şartlarda aminoasit oluşumunun olanaksız olduğunu ispatlamışlardır.

Görüldüğü gibi, bir tek aminoasit bile doğal şartlarda 'tesadüfen' oluşamamaktadır. Diğer bir deyişle, evrim teorisi, tek bir aminoasitin oluşumunu dahi izah edememektedir.

Aminoasitlerin bir şekilde oluştuğu varsayımıyla yola çıkılsa bile, bunlardan bir proteinin tesadüfen oluşması da pratikte imkansızdır. Çünkü proteinler 20 farklı cinsteki 50-3000 adet amino asidin birleşmesinden oluşur. Ancak bu amino asitler, rastgele değil, belirli bir sıraya göre dizilmek zorundadırlar ve tek bir hata proteinin oluşumunu engeller. 

61 amino asitten oluşan basit bir proteinin, 5x1079 tane farklı dizilimi olur ve bunların ancak bir tanesi işe yarar. Diğer bir deyişle, 61 amino asitten oluşan basit bir proteinin-ki ortalama bir protein, 400 amino asitten oluşur- "tesadüfen" oluşma ihtimali 5x1079'da 1'dir! Bu, pratikte sıfır demektir; yani böyle bir şey imkansızdır.Evrimci Rus biyolog A. I. Oparin, bu olasılığın "imkansız"lığa eş olduğunu itiraf ederken şöyle diyor:

"Her biri belirli şekilde ve kendisine özgü bir tarzda dizilmiş bulunan ve binlerce karbon, hidrojen, oksijen ve azot atomu içeren bu maddenin (protein) en basiti bile son derece kompleks bir yapıya sahiptir. Proteinlerin yapısını inceleyenler için, bu maddelerin kendiliklerinden bir araya gelmiş olmaları, Romalı şair Virgil'in ünlü 'Aeneid' şiirinin etrafa saçılmış harflerden rastgele meydana gelmiş olması kadar ihtimal dışı gözükmektedir."

Kısacası, aminoasitleri var kabul edilse de, tek bir proteinin bile "tesadüfen" oluşma ihtimali sıfırdır.Aslında sorun aminoasitlerin veya proteinlerin oluşup oluşamaması da değil, bunların canlılığın temeli olup olamayacağıdır. Çünkü proteinler kompleks canlılığın en küçük temsilcisi olan hücrenin yanında oldukça basit bir yapıdadır.Bilindiği gibi hücre, bir metabolizması olan, yani dışarıdan maddeler alan, bunları işleyip başka maddelere çevirebilen, bu yolla kendisi için gerekli olan enerji ve temel yapıları sağlayan başlıbaşına kompleks bir sistemdir. İçinde olağanüstü bir koordinasyon, binlerce kimyasal tepkime bunun da ötesinde proteinleri sentezleyen bir DNA'sı bulunur. Mitokondri, sentrozomlar, lizozomlar, golgi komleksi, hücre zarı gibi birçok organeli barındıran bu sistem her açıdan proteinlerle karşılaştırılamayacak kadar üstündür. Bu durumda, proteinlerin hücreye dönüşebileceğine inanmak, patlayan bir yanardağdan etrafa saçılan taş parçalarıyla kendiliğinden bir şehir oluşabileceğini söylemek kadar saçma bir yaklaşımdır.

Sıfır Olasılık 

Evrimciler, tüm bunların imkansızlığından haberdardırlar kuşkusuz. Ancak kullandıkları mantık şudur: "Madem biz ve etrafımızdaki canlılar bugün vardır, demek ki imkansız gözüken tüm bu şeyler milyonlarca tesadüfün eseri olmuştur. Yoksa var olmazdık". Örneğin Türkiye'nin evrim konusundaki en önemli bir kaç isminden biri olan Prof Ali Demirsoy, hücrenin oluşumunda aynı anda bir çok enzimin (protein molekülünün) bir arada olması gerektiğini yazdıktan sonra, bunun tesadüfen oluşmuş olmasının sıfır ihtimal olduğunun bilincinde olarak şöyle der: 

"Burada bilimsel düşünceye oldukça ters gelmekle beraber, daha dogmatik bir açıklama ve spekülasyon yapmamak için tüm solunum enzimlerinin bir defada hücre içinde ve oksijenle temas etmeden önce eksiksiz bulunduğunu ister istemez kabul etmek zorundayız."

Bu satırlardaki mantık, evrimci bilim adamlarını yazdıkları yazılarda hemen her zaman rastlanan temel bir mantıktır. Bu, şöyle de ifade edilebilir: Hayat, tesadüfen oluşması imkansız olaylar sonucunda oluşmuştur. Ama biz, bir Yaratıcı'nın varlığını -buna "dogmatik inanç" deniyor- kabul edemeyiz. Bu nedenle tüm bunların tesadüfen olduğunu ister istemez kabul etmek zorundayız...

Görüldüğü gibi evrimi savunan bilim adamları, bunu bilimsel bulgulara rağmen yapmaktadırlar. Ortada, bilinçli bir Yaratıcı'nın varlığını gösteren sayısız delil vardır, ama evrimi destekleyen hiç bir delil yoktur. Buna rağmen evrime inanmayı tercih etmektedirler. Yani evrim, tamamen dogmatik bir inançtan başka bir şey değildir.

Yaratılışın Açık Delilleri 

Evrimcilerin hiç bir şekilde açıklayamadıkları ve bu nedenle de hasıraltı ettikleri daha binlerce yaratılış mucizesi vardır. Canlıların vücutlarındaki her sistem evrim için bir açmazdır. Solunum, sindirim, dolaşım gibi sistemlerin nasıl var olduklarını açıklamak, evrime göre hiç bir şekilde mümkün değildir çünkü.

Bunun mantığını biraz irdeleyelim. Bilindiği gibi evrimin en temel iddiası, canlılığın tesadüfen oluştuğudur. Ancak karmaşık bir sistemi tesadüfle açıklamak mantığa aykırıdır. Örnek olarak mekanik bir saati düşünelim. Bir saati incelediğimizde onun onlarca küçük parçadan, çarklardan, yaylardan, kadranlardan oluştuğunu görürüz. Bu parçalar birbirine son derece uyumlu bir biçimde yerleştirilmişlerdir. Eğer tek bir parçada bir bozukluk olursa saat de bozulur. 

İşte bu denli karmaşık bir sistem, asla ve asla tesadüfen oluşmaz. Yani siz saati oluşturan tüm çarkları, kadranları, yayları ve saatin dış kaplamasını bir torbaya koyup çalkalasanız, ortaya bir saat çıkmaz. Tek bir anlamlı birleşim bile olmaz. Torbayı milyarlarca yıl da sallasanız, yine bir şey değişmez. Parçalar, bilinçli bir biçimde yerleştirilmezse, hep dağınık kalırlar. 

İşte canlıların vücutları da bu şekildedir. Dahası kompleks bir canlının vücudundaki tek bir sistem bile bir saatten çok daha karmaşıktır. Tek hücreliler dışındaki tüm canlıların en temel sistemi olan kalp ve dolaşım sistemini ele alalım. Kalp kendi içinde çok kompleks bir yapıdır ve bir mühendislik örneğidir. Dahası kalbin işlev görebilmesi için kanı vücuda taşıyacak bir atardamar sisteminin var olması şarttır. Dağıtılan kanı toplayacak bir toplardamar sistemi de şarttır. Öte yandan karbondioksitle kirlenen bu kanı temizlemek için akciğer ya da solungaçların var olması, bunlarla kalp arasındaki bağlantının kurulması gerekmektedir. Kanı diğer atıklardan temizlemek için böbreklerin var olması da şarttır...

Bu liste uzar gider. Bir canlının yaşamını sürdürmesi için yüzlerce farklı organın tam ve eksiksiz biçimde var olması gerekmektedir. Bunların tekinin bile çalışmaması o canlıyı bir kaç dakikada ya da en fazla bir kaç günde öldürür.Peki bu denli karmaşık bir sistem nasıl var olmuştur? Tesadüf cevabı yine çok saçmadır. Çünkü tesadüfler ortaya bir anda mükemmel bir beden çıkaramazlar. Canlının küçük küçük faydalı tesadüflerin oluşmasını bekleyecek zamanı da yoktur, tek bir organı olmasa hemen ölecektir. Kaldı ki hiç bir tesadüf tek bir böbrek ya da akciğer yapamaz.

Evrimciler bu gerçek karşısında "madem varız, o halde bu imkansız gibi gözüken tesadüfler olmuş demek ki" gibi bir mantık yürütürler. Canlıların kanat, kulak, el gibi harika organlarına ise zaman zaman "evrim mucizesi" demektedirler. Bu terimin mantıksızlığı ise ortadadır.Bir bilgisayarla karşılaşan insan, "bu bilgisayarı oluşturan parçalar, en küçük vidalarına kadar ayrıydı, sonra bir deprem oldu ve parçaların hepsi tesadüfen uygun yere gelip bu bilgisayarı meydana getirdiler" diyen bir kişiye kuşkusuz deli gözüyle bakacaktır. Canlıların "evrim mucizesi" ile oluştuklarını söylemek bundan bile daha akıl dışı b ir iddiadır. 

Yaratılış Mucizesi Göz 

Yaratılışa tek bir örnek olarak gözü inceleyebiliriz. Göz son derece olağanüstü bir organdır ve "tesadüf" ile açıklanması kesinlikle imkansızdır. Çünkü göz, örneğin insan gözü, 20'nin üstünde ayrı organdan oluşmaktadır: retina tabakası, mercek, dış kaslar, gözyaşı bezleri, beyine giden sinirler gibi, Ve bir gözün çalışabilmesi için, bu farklı parçaların hepsinin aynı anda var ve çalışır olması gerekir.Şimdi böylesine karmaşık bir organ olan gözün "tesadüfen" ortaya çıkmış olup-olamayacağını düşünelim: 

Göz oluşumundan önceki canlılar, doğal olarak "gözsüz", yani göremeyen, görme kavramına sahip olmayan canlılardı. Böyle bir canlı nasıl bir "evrim" sonucu göze kavuşmuş olabilir? Bu canlı, "görmek" diye bir kavramı bile tanımamaktadır ki, kendi kendine bir göz oluşturmayı denesin? (Siz, şu anda altıncı bir duyu tasarlayıp, onu algılayacak bir organ düşünebiliyor musunuz?) 

Bu canlının böyle bir "talebi" olsa bile, kendi vücudunda bir göz oluşturamayacağı ortadadır.Gözün oluşumuyla ilgili olarak bir de klasik "tesadüf" açıklamasını düşünelim. Acaba gözü olmayan bir canlıda nasıl olur da "tesadüfen" bir göz oluşabilir? Önce "tesadüfen" kafatasının içinde göze uygun iki boşluk oluşmuş olabilir mi? Sonra yine "tesadüfen" bu boşlukların içinde içi ışığı geçiren bir sıvıyla dolu iki küre oluşmuş olabilir mi? Daha sonra, bu sıvıların ön tarafında yine "tesadüfen" ışığın kırılmasını sağlayan ve ışığı gözün arka duvarında odaklayan iki mercek oluşmuş olabilir mi? Daha sonra yine "tesadüfen", gözün etrafa bakabilmesi için göz kasları "kendi kendine" oluşmuş olabilir mi? Daha sonra, yine "tesadüfen" gözün arka duvarında, ışığı algılayabilecek retina tabakası oluşmuş olabilir mi? Daha sonra yine "tesadüfen", gözü beyne bağlayacak sinirler kendi kendilerine, durup dururken var olmuş olabilirler mi? Daha sonra yine "tesadüfen", gözün kurumamasını sağlayacak gözyaşı bezleri oluşmuş olabilir mi? Daha sonra yine "tesadüfen", gözü toz ve benzeri yabancı maddelerden koruyacak iki göz kapağı ve kirpik oluşmuş olabilir mi?

Düşünün, bunların hepsi tesadüfen oluşmuş olabilir mi? Hem de saydığımız organların hepsinin aynı canlıda oluşmuş olması gerekir. Evrimcilerin kabul ettikleri kurala göre, vücudun içinde çalışmayan organlar körelirler (Dallo kuralı). Buna göre, eğer gözün herhangi bir parçası "tesadüfen" oluşmuş olsa bile-ki bu bile pratikte imkansızdır-bu parça bir işe yaramadığı için körelirdi. 

Çünkü gözün görebilmesi için, bütün parçaların tam olarak var ve çalışır olması gerekir. Gözyaşı bezleri dahi çalışmasa, bir göz beş-on dakika içinde kurur ve işlevini yitirir. Bu şu demektir: Göz, ilk kez hangi canlıda oluştuysa, tam ve eksiksiz olarak bir anda oluşmuş olmalıdır. Bu gözün "yaratılmış" olması demektir. Evet, açıktır ki, gözü, Allah yaratmıştır. Kuran'da gözleri yaratanın Allah olduğu, şöyle bildirilir:

"O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne kadar az şükrediyorsunuz?" (Müminun Suresi, 78)

Gözün yaratılmış olduğu o denli açık bir gerçektir ki, Darwin, "canlıların sahip olduğu gözleri düşünmek, beni bu teoriden soğuttu" demişti. Yerli evrimcilerden Ali Demirsoy da konu hakkında bir "inci" döktürmekte ve gözün oluşumunun-ne demekse-bir "evrim mucizesi" olduğunu söylemektedir. Göz için geçerli olan tüm bu anlatılanlar, kulak, karaciğer, kalp, böbrek ve benzeri tüm organlar, hatta tüm vücut için geçerlidir. İnsan vücudu, hepsi son derece karmaşık binlerce ayrı sistemin uyum içinde çalışması sayesinde ayakta durmaktadır. Böbreksiz, karaciğersiz, damarsız, kemiksiz ya da alyuvarsız bir insan olamaz. Bu organların hepsi aynı anda var ve çalışır durumda olmalıdır. 

İnsanın önce "tesadüfen" bir böbreğe, sonra yine "tesadüfen" bir karaciğere sahip olması gibi bir saçmalık düşünülemez. Dolayısıyla, insan vücudu tam bir bütün olarak ortaya çıkmış, yani yaratılmıştır.Aynı gerçek tüm diğer canlılar için de geçerlidir. Hepsi harika vücutlara sahiptirler. Balıklar denizde en iyi yüzmelerini ve soluk almalarını sağlayacak şekilde, kuşlar en iyi uçacak şekilde tasarlanmışlardır. 

Tek bir hücre bile bir fabrikadan çok daha karmaşık bir sistemdir.Ve tek bir saat bile, o saati ince ince tasarlayıp yapan bir mühendis olmadan var olmadığına göre, tek bir canlı bile, kendisini ince ince tasarlayıp yapan bir Yaratıcı olmadan var olmaz. Nitekim o Yaratıcı, yani Allah, yarattığı insana Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir?Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı.Dilediği bir surette seni tertip etti. (İnfitar Suresi, 6-8)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder