27 Şubat 2013 Çarşamba

Teist evrimci modeli büyük bir yanılgıdır



     Darwin, evrim teorisini ilk olarak gündeme getirirken oldukça endişeliydi. Teorisinin, o dönemde başta İngiltere olmak üzere tüm Avrupa’da hakim olan Hıristiyan inancına ters düşeceğini ve bundan dolayı tepki toplayacağını biliyordu. Bu nedenle Darwin’in fikirlerini insanlara açıklaması uzun zaman almıştır. Yakın dostlarına gönderdiği mektuplarda ise tedirginliğini açıkça itiraf etmiştir.

      Darwin’i bu derece endişelendiren gerçek, evrim teorisinin, temelde, bir yaratıcının varlığını tümüyle reddediyor olması ve bunun yerine tesadüfleri ilahlaştırmasıydı. Günümüzde ise, Richard Dawkins gibi evrimciler, “Darwin bize entelektüel yönden tatmin olmuş birer ateist olabilme şansını verdi” diyerek evrim teorisinin temelindeki bu amacı ilan etmektedirler.

      Temelinde bir Yaratıcı’nın inkarı olan bir teorinin, Allah inancı, Yaratılış gerçeği ve herhangi bir İlahi dinle bağdaşması ise kesinlikle mümkün değildir. Bu çalışma, evrim teorisini savunan bazı dindar kişilere bu gerçeği hatırlatmak amacıyla hazırlanmıştır.

      Evrimin İspatlanmış Bilimsel Bir Teori Olduğunu Düşünme Yanılgısı


      İnsanları evrim teorisi konusunda en fazla yanıltan noktalardan biri, bu konu ile ilgili sık sık duydukları propagandalar ve spekülatif iddialardır. Bu konuda verilen telkinlerin en önemlilerinden biri ise, evrimin tümüyle “bilimsel” bir teori olduğu, bilimin çeşitli dallarıyla bu teorinin ispatlanmış olduğu telkinidir.

      Oysa ortada büyük bir çelişki vardır. Bilim, elde ettiği hiçbir bulguda, yaptığı hiçbir deneyde evrim teorisini destekleyici tek bir sonuca bile ulaşamamıştır. Evrimi destekleyecek tek bir aşamanın varlığı ispat edilememiştir. Değil evrim teorisinin iddia ettiği gibi tesadüfi olaylarla, kontrollü laboratuvar ortamlarında bile cansız maddelerin içinden canlı bir organizma oluştuğu gösterilememiş, bilinçli ve kontrollü ortamlarda dahi cansız maddelerden tek bir hücre dahi üretilememiştir. Evrim teorisinin; canlı türlerinin genetik bilgisinin doğal etkenlerle geliştiği, yeni canlı türleri ortaya çıktığı veya türlerin birbirine dönüştüğü, şeklindeki iddiası da hiç bir kanıta dayanmamaktadır. Şimdiye kadar evrim adına öne sürülmüş olan tüm sözde deliller, geçersizliği çeşitli şekillerde ispat edilmiş çeşitli fosillerden, yanlış yorumlanan biyolojik olgulardan ya da evrimcilerin bilinçli ve kasıtlı olarak başvurdukları çarpıtma ve sahtekarlık örneklerinden öteye gidememiştir. 21. yüzyıl teknolojisi ve bilimi ile, “bu, evrim teorisi için kesin bir delildir” diye getirilen tek bir bulgu bile bulunmamaktadır. Bu şartlar altında evrimin bilimsel olarak ispatlandığı iddiasının bir göz boyamadan ibaret olduğu açıktır.

      Çelişkinin ikinci yönü ise şudur: Bilimsel bulguların sergilediği canlılıktaki komplekslik, olağanüstü hassas dengeler ve kusursuz tasarım, tüm bunları yaratan bir bilincin varlığını göstermektedir. Yeryüzündeki canlılığın oluşumunu tesadüflerle açıklamak imkansızdır. Varılacak tek sonuç, yeryüzüne bilinçli bir yaratılışın hakim olduğudur. Bir başka deyişle bilim, yaratılışı ispat etmektedir. Bu gerçek, evrimcilerin “din dogmatiktir” iddiasını ortadan kaldırmakta, dini inancın akılcı olduğunu göstermekte ve dindar insanları evrime inanmaya yönelten gerekçeleri yok etmektedir.

      Teist evrimci görüşe yakın olan kişiler açıktır ki bu önemli bilgiden yoksundurlar. Evrimcilerin yanıltıcı telkinleri sonucunda, evrimin ispatlanmış bilimsel bir gerçek olduğunu düşünür ve bunun canlılığın oluşumu için tek yol olacağına inanırlar. Aslında bu durum başlıbaşına, Allah’ı gerçek anlamda takdir edememenin de bir sonucudur. Tüm evreni, uçsuz bucaksız yıldızları, galaksileri, bunların arasındaki muazzam dengeyi, dünyayı ve hayranlık uyandırıcı canlı alemini yoktan vareden Allah’ın, bunların tümünü her an kontrolü altında tuttuğunu, geçmişte varolmuş ve gelecekte varolacak her canlının, sahip olduğu tek bir hücresine kadar Allah’ın iradesine bağımlı olduğunu anlayamamaktadırlar. Oysa İncil’de Allah’ın bu sınırsız gücü ve buna karşılık insanların düştükleri yanılgı açıkça haber verilmiştir.

       Haksızlıkla gerçeğe engel olan insanların bütün tanrısızlık ve haksızlığına karşı Tanrı'nın gazabı gökten açıkça gösterilir.

     Çünkü Tanrı'ya dair bilinen ne varsa, gözlerinin önündedir. Tanrı hepsini gözlerinin önüne serdi. Dünyanın yaratılışından beri, Tanrı'nın görünmeyen nitelikleri, yani sonsuz gücü ve Tanrılığı, O'nun yaptıklarıyla anlaşılarak açıkça görülüyor. Bu nedenle özürleri yoktur. Tanrı'yı bildikleri halde O'nu Tanrı olarak yüceltmediler, O'na şükretmediler. Ama düşüncelerinde budalalığa düştüler; anlayışsız yüreklerini karanlık bürüdü. Akıllı olduklarını iddia ederken akılsız olup çıktılar. Ölümsüz Tanrı'nın yüceliği yerine ölümlü insana, kuşlara, dört ayaklılara ve sürüngenlere benzeyen putları yeğlediler. (Pavlus’un Romalılara Mektubu, 1/18-23) 

      Evrimcilerin, İnançlı İnsanları Kendi Saflarına Katma Çabaları 

      Teist evrimci modeli, evrimcilerin özellikle son yıllarda teşvik ederek oluşturmaya çalıştıkları bir modeldir. Özellikle son yıllarda dine dönüşte büyük bir gelişme yaşanmakta ve dolayısıyla evrime inanan insanların sayısı giderek azalmaktadır. Ayrıca, bir Yaratıcının varlığına inanan bilim adamlarının sayısındaki artış da evrimcileri telaşlandırmaktadır. Çünkü bu bilim adamları, her geçen gün daha da artan bir etki ile, evrim teorisinin bilimsel yönden geçerli olmadığı ile ilgili delilleri kamuoyunun bilgisine sunmaktadırlar.

      Evrimciler ise, teist evrimci modelini destekleyerek, kendi saflarına çekemedikleri dindar insanları dinle evrim arasında bir uyum olduğuna ikna etmeye çalışmaktadırlar. Teist evrimciler, Allah’ın canlılığı aşama aşama, evrimcilerin öne sürdükleri kademelerden geçerek yarattığına inanırlar. Bir kısmı da, Allah’ın ilk canlı hücreyi yarattıktan sonra, bu canlı hücrenin kademe kademe gelişerek nihayetinde insanı oluşturduğuna inanır.

       Evrim teorisi hakkında pek fazla bilgisi olmayan kişiler evrimin bir Yaratıcının varlığını reddettiğinin, onun yerine tesadüfleri ilahlaştırdığının farkında değildirler ya da bunu görmezden gelirler. Dolayısıyla özel bir plan üzerine kendilerine sunulmuş olan “teist evrim” inancının bir zarar getirmeyeceğini düşünürler. Hatta evrimcilerin, “evrim=bilim” telkinlerine kanarak, bilimle dini mutabık hale getirdiklerini zannederler.

      Oysa, evrim teorisi bilimsel bir gerçek değildir ve ilahi dinlerin yaratılış hakkındaki açıklamaları ile tamamen çelişir. Allah’a ve Kutsal kitaplara inanan insanların, böyle bir kompleks içinde olmaları ve inançlarının bir kısmını gözardı ederek, bilimin de reddettiği bir teori ile uzlaşmaya çalışmaları son derece yersizdir.

      Darwinizmin, ilahi dinlerle ve Yaratılış gerçeği ile çelişmektedir:

      Gözlerden asla kaçmaması gereken bir gerçek, evrim teorisi-yaratılış tartışmasında temel meselenin "tesadüf" iddiasında odaklanmış olmasıdır. Evrim teorisini savunanlar, canlılığın bir tesadüfler zinciri ile oluştuğu iddiasındadırlar. Darwin'in yazılarının özü budur ve onu izleyen tüm evrimciler aynı iddiayı korumaktadır. Evrim teorisinin varlık amacı bu iddiadır. Aynı zamanda evrim teorisinin saçmalığı da bu iddiadan kaynaklanmaktadır, çünkü bilim canlıların kökeninin "tesadüf" değil "tasarım" olduğunu göstermektedir.

      Dolayısıyla inançlı bir insanın, evrim ve yaratılışın birbirinin tam olarak zıttı olan iki görüş olduğunu açıkça görmesi ve kabul etmesi gerekmektedir. Evrim, insanın ve canlılığın yaratılış amacını ortadan kaldırırken, yaratılış gerçeği her şeyin varlığının bir amacının olduğunu bildirir. Evrim bilinçsiz ve kör tesadüflerin gücüne inanırken, yaratılış sonsuz bir Aklın, yani Allah’ın mutlak gücüne inanır. Biri dini, biri de dinsizliği savunan iki anlayışın biraraya getirilme çabası, bir aldatmacadan başka bir şey değildir.

       Sonuç

      Allah’ın mutlak varlığına inanan bir insan bu aldatmacanın asla etkisinde kalmamalıdır. Evrim teorisinin geçerliliğine inanmak, pek çok kişinin sandığı gibi zararsız değildir. Evrim teorisi, savunduğu sapkın fikirler, getirdiği dinsizlik anlayışı ve materyalizm ile, 150 yıldır süren yozlaşmanın, dejenerasyonun, sapkınlığın, hatta ırkçı katliam ve soykırımların en başlıca sebebidir. Bu anlayışa destekçi olmak, dindar insanların asla tercih etmemesi gereken bir durumdur.

     Herşeyin Yaratıcısı ve sahibi Allah’tır. İncil’de bu gerçek şöyle bildirilmektedir:

     Görünmez Tanrı'nın görüntüsü, bütün yaradılışın ilk doğanı O'dur. Nitekim gökte ve yeryüzünde, görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar, her şey O'nda yaratıldı. Her şey O'nun aracılığıyla ve O'nun için yaratılmıştır. Her şeyden önce var olan O'dur ve her şey varlığını O'nda sürdürmektedir. (Pavlus’un Koloselilere Mektubu, 1/15-17) 

     Bu gerçeğe inanan samimi Hıristiyanlar, Darwinizmin tehlikeli boyutlarının farkına varmalı, bu zararlı ideolojiye karşı fikri mücadele içinde olmalı ve ideolojinin etki alanını daraltmalıdır. Bu şekilde samimi Hıristiyanlar, dinin gücünü de artırmış olacaktır. Kuşkusuz batıl, her zaman çürüyüp yok olmaya mahkümdur. İnsanlık için büyük tehlikeler barındıran Darwinizm de bu sonla mutlaka karşılaşacaktır. Bunun öncüsü ise, Allah’ın izni ile dünya üzerindeki samimi dindarlar olacaktır.

23 Şubat 2013 Cumartesi

Kuran Darwinizmi yalanlıyor


     Tarihin her döneminde insanlar evrenin ve canlıların kökeni üzerinde düşünmüş ve bu konuda çeşitli fikirler ortaya atmışlardır. Bu fikirleri, evreni materyalist bakış açısıyla açıklayanlar ve Allah'ın tüm kainatı yoktan var ettiğini yani 'yaratılış gerçeğini' görenler olmak üzere iki başlık altında toplamak mümkündür.

     Materyalist bakış açısı, evreni oluşturan maddenin, var olan yegane varlık olduğunu iddia eder. Bu inanışa göre; madde sonsuzdan beri vardır ve maddeye hakim olan bir başka güç yoktur. Materyalistler, evrenin tesadüfler sonucunda kendiliğinden şekillendiğini, canlılığın ise zaman içerisinde yine kör tesadüfler sonucu cansız maddelerden evrimleşerek meydana geldiğini kabul ederler. Bu anlayışa göre, yeryüzündeki tüm canlılar doğal etkiler ve tesadüfler sonucu ortaya çıkmışlardır.

     Materyalist bakış açısının karşısında ise yaratılış gerçeği yer alır. Yaratılış gerçeğine göre; madde sonsuzdan beri var değildir, başıboş da değildir; Allah, maddeyi yoktan yaratmış ve düzenlemiştir. İnsanın akıl ve gözlem yoluyla kavrayabileceği yaratılış gerçeği, tarihin başından bu yana din yoluyla insanlara anlatılmıştır. Bütün İlahi dinler, Allah'ın tüm kainatı yoktan, "Ol" emri ile yarattığını ve kainattaki kusursuz işleyişin Allah'ın üstün yaratma sanatının bir delili olduğunu bildirmiştir. Kuran'ın pek çok ayetinde de bu gerçek bizlere bildirilmiştir. Yüce Allah, "Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "ol" der, o da hemen oluverir." (Bakara Suresi, 117) ayetiyle kainatı yoktan ve mucizevi biçimde yarattığını bildirmektedir. Enam Suresi'nde ise şu şekilde buyrulmaktadır: "O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "ol" dediği gün (herşey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır." (Enam Suresi, 73)

     Günümüzde bilim, materyalist-evrimci iddianın geçersizliğini göstermekte ve Allah'ın varlığını ortaya koymaktadır. Çevremizi saran her bir yaratılış delili kainatta tesadüfe asla yer olmadığını bizlere göstermektedir. Göklerin, yeryüzünün ve tüm canlı varlıkların incelenmesi ile ortaya çıkan her detay, Allah'ın büyük güç ve kudretinin birer delili niteliğindedir.

     Materyalizm ile Allah inancı arasındaki fikri ayrılık, din ile dinsizlik arasındaki en temel farktır. Allah, Kuran'da inkar edenler için, "Yoksa onlar, hiçbir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri mi?" (Tur Suresi, 35) buyurarak, onların yaratılış karşısındaki iddialarına dikkat çeker. İnkarcılık, tarihin başından bu yana, evrenin ve insanların "yaratılmamış" olduklarını iddia etmiş, bu saçma iddiayı bir şekilde makul gösterebilmek için çeşitli yollar aramıştır ve 19. yüzyılda Darwin'in evrim teorisi ile, bu konuda en büyük girişimini yapmıştır.

     Bu konuda fikri bir "uzlaşma" aramak, Müslüman için söz konusu değildir. Elbette insanlar istedikleri gibi düşünebilir, istedikleri teoriye inanabilirler. Ama ortaya atılma sebebi Allah'ı ve yaratılışı inkar etmek olan bir teori ile "uzlaşmak" mümkün değildir. Böyle bir çabaya girmek, dinin temelinden taviz vermek olur ki bu durumun kabul edilmesi mümkün değildir.

     Nitekim böyle bir girişimin dine zarar vermek anlamını taşıdığını bilen evrimci çevreler, dindarları bu girişime zorlamak için çaba göstermektedirler.


Evrimcilerin, canlılığın tesadüfler sonucunda cansız maddelerden kendiliğinden oluştuğunu iddia etmeleri, ABD'deki Hürriyet Anıtı'nın, denize düşen yıldırımlar sonucunda tesadüfen biraraya gelen kum ve çakıllardan oluştuğunu iddia etmek kadar akıl ve mantık dışıdır.


      "Evrimci Yaratılış"ı Darwinistler Teşvik Etmektedir 

     Evrim teorisini körü körüne savunan bilim adamları, bilim alanında yaşanan ilerlemeler karşısında her geçen gün daha büyük bir açmaza girmektedirler. Çünkü her yeni bilimsel gelişme, evrim teorisinin aleyhinde olmakta ve yaratılış gerçeğini tasdik etmektedir. Öte yandan en önde gelen evrimci bilim dergileri dahi evrim teorisinin çıkmazlarını itiraf etmek zorunda kalmaktadırlar. Bilimsel tartışmalar yaratılış gerçeğine inanan bilim adamlarının kesin zaferleriyle sonuçlanmakta, evrimcilerin çaresizliklerine dünya tanık olmaktadır.

     İşte bu noktada evrimsel yaratılış görüşü, materyalist çevrelerin imdadına yetişmektedir. Evrimci çevreler, inanç sahibi kişilerin desteğini alabilmek ve onların evrim teorisi karşısında yaptıkları fikri mücadeleyi zayıflatabilmek için "evrimsel yaratılış fikri"ni el altından destekleyerek farklı bir yol denemektedirler. Nitekim Amerikalı evrimci bir biyoloğun kendisiyle aynı görüşü taşıyan bir bilim adamına yaptığı şu tavsiye oldukça dikkat çekicidir:

     "Yaratılışçılar, tartışmalarda hep üstün gelirler. Çünkü onlar evrimi dinin karşısına koyarlar. Bu adil ve doğru değil. Onlara evrimin Allah'ın canlıları yaratma yöntemi olduğu fikrini telkin edin. Bana söylendiğine göre bu fikir şu aralar Avrupa'da oldukça popülermiş."

Yukarıdaki sözlerden de açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın tüm kainatın Yaratıcısı olduğuna iman edip, bilimin ortaya koyduğu gerçekleri göz ardı ederek evrim teorisine destek vermek, üstelik Kuran'daki açık izahları görmezlikten gelerek evrimin Kuran'a uygun olduğunu iddia etmek çok hatalı bir yaklaşımdır. Böyle bir yaklaşımı benimseyen dindarlar, gerçekte materyalist felsefe yararına ortaya atılmış bir düşünceye destek vermekte olduklarını fark etmeli ve bundan vazgeçmelidirler.

     Evrimi Reddetmek Bilimi Reddetmek Değildir

     Günümüzde tüm canlıların evrimsel bir süreç sonucunda meydana geldiklerini savunan Müslümanların sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. Bunun nedeni ise bu kişilerin bilgi eksiklikleri, hatalı bakış açıları ve özellikle bilimsel konulardaki bazı yanılgılarıdır. Bunların en başında ise evrim teorisinin bilimsel ve kanıtlanmış bir gerçek olduğu yanılgısı gelir.

     Oysa bu kişiler kesin olarak bilmelidirler ki; evrim teorisi, günümüz bilimsel gelişmeleri karşısında tüm dayanaklarını yitirmiştir. Gerek moleküler düzeyde, gerekse biyoloji veya paleontoloji alanlarında yapılan bilimsel araştırmalar, canlıların evrimsel bir süreç sonunda meydana geldikleri yönündeki iddiaları tamamen geçersiz kılmıştır. Bilimsel gerçeklere rağmen evrim teorisinin bu kadar gündemde tutulmasının altında yatan neden ise evrimcilerin yaptıkları demagojiler, yanlış örneklendirmeler, kelime oyunları, kullandıkları çarpık mantık örgüleri ve hatta kimi zaman sahtekarlıklarla halkı yanıltmaya çalışmalarıdır. Evrimcilerin, halk tarafından anlaşılmayan bilimsel terimleri kasten yoğun olarak kullandıkları konuşma ve yazıları analiz edildiğinde, aslında hiçbir delil öne süremedikleri görülür.

     Darwinist yayınlar dikkatle incelendiğinde bunu görmek mümkündür. Bu yayınlarda somut bilimsel delillere dayalı bir anlatım yok gibidir. Evrim teorisinin temel açmazları birkaç cümle ile geçiştirilir, öte yandan doğa tarihi konusunda pek çok masalsı senaryo yazılır. İlk canlılığın cansız maddelerden nasıl meydana geldiği, fosil kayıtlarındaki büyük boşluklar, canlılardaki kompleks sistemler gibi temel konuların üzerinde hiç durmazlar. Çünkü açıklayacakları her ayrıntı amaçlarına ters düşecek ve kendi teorilerinin çürüklüğünü gözler önüne serecektir.

     İşte Müslüman evrimciler de evrim teorisinin bu sözde bilimsel görüntüsünden etkilenirler. Özellikle de Darwinistlerin kullandıkları "evrim teorisine inanmayan dogmatiktir", "evrim teorisine inanmayan bilimsel değildir" şeklindeki asılsız sloganlardan tedirgin olur ve inandıkları gerçekten taviz verirler. Bilim dünyasında yaşanan gelişmeleri, evrim teorisindeki çelişkileri ve bu teorinin iddialarının tüm geçerliliğini yitirdiğini bilmediklerinden din ile evrimi bağdaştırmaya çalışırlar.



     Yaratılış gerçeğini kabul eden bilim adamlarından bazıları (yukarıdan aşağıya): Harvard Üniversitesi'nde astronomi ve bilim tarihi profesörü olan Prof. Owen Gengerich, Almanya Max-Planck Üniversitesi'nde fizik profesörü Prof. Carl Friedrich von Weizsacker, Oregon State Üniversitesi'nde kimya profesörü Prof. Dr. Donald Chittick, Oxford Üniversitesi fizik profesörlerinden Prof. Robert Matthews, Lehigh Üniversitesi'nde biyoloji profesörü Prof. Michael J. Behe, Washington Üniversitesi'nden Anatomi Profesörü Prof. David Menton.


     Yaratılış Gerçeği ile Evrim Teorisi Birbirleriyle Zıttır

     Evrim teorisi ve yaratılış gerçeği birbirinin zıttı olan iki ayrı görüştür. Buna bağlı olarak birinin geçersizliğinin ispatı diğerinin doğruluğunu ispat etmektedir. Daha açık bir ifadeyle, evrim teorisinin geçersizliğinin ortaya konması, yaratılış gerçeğini kabul etmeyi zorunlu kılmaktadır.

     Bu nedenledir ki, evrim teorisi ile ilgili tartışmalar, materyalistler için bir tür "savaş alanı" durumundadır. Konuyla ilgili tartışmaları bilimsel bir yaklaşımla değerlendirmez, doğrudan ideolojik bir mücadele olarak görürler. Yaratılış gerçeğini savunanları engelleyebilmek için her türlü yönteme başvururlar.

      Örneğin evrimci paleontolog Dr. Alex Ritchie yaratılış gerçeğiyle mücadele edilebilmesi için, bir başka evrimciye şu yöntemleri uygulamasını tavsiye etmektedir:

     "Evrimcilerin yaratılışa karşı mücadele etmek için hem duygusal hem de mantıksal olarak düşünen kişiler için işbirliği yapabileceği birçok yol var. Ancak genel olarak yaratılışçıları devlet eğitim sisteminin (hem organizasyonlar hem de eğitim çerçevesinde) dışında tutmaya konsantre olmalısınız..."
Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi, ortada bilimsel bir "evrim-yaratılış tartışması" değil, evrimciler tarafından belirli "stratejiler" çerçevesinde yürütülen bir fikri mücadele vardır. Evrim teorisini savunan Müslümanların, bu fikri mücadelenin farkına varmaları gerekmektedir. Darwinizm, herhangi bir bilimsel tez değil, insanlara Allah'ı inkar ettirmek için kurgulanan ve savunulan bir düşünce sistemidir. Bilimsel hiçbir dayanağı bulunmamasına rağmen, sırf taraftarlarının propagandalarına aldanarak bu teoriyi benimsemek, bir Müslümanın asla düşmemesi gereken bir yanılgıdır.

17 Şubat 2013 Pazar

Ökaryot hücre


     Bitkilerin ve hayvanların hücreleri, "ökaryot" olarak bilinen hücre tipini oluşturur. Ökaryot hücrelerin en belirgin özellikleri, bir hücre çekirdeğine sahip olmaları ve genetik bilgilerini kodlayan DNA molekülünün de bu çekirdeğin içinde yer almasıdır. Öte yandan bakteriler gibi bazı tek hücreli canlıların ise hücre çekirdeği yoktur ve DNA molekülü hücre içinde serbest haldedir.Bu ikinci tip hücrelere "prokaryot" hücre adı verilir. Bu hücre yapısı, bakteriler için ideal bir tasarımdır; çünkü bakteri popülasyonlarının yaşamları açısından son derece önemli bir işlem olan "plasmid transferi" (hücreden hücreye yapılan DNA aktarımı), prokaryot hücrenin serbest DNA yapısı sayesinde mümkün olur.

     Evrim teorisi ise, canlılığı "ilkelden gelişmişe" doğru bir sıralamaya yerleştirmek zorunda olduğu için, prokaryotların "ilkel" hücreler olduğunu, ökaryotların ise bu hücrelerden evrimleştiğini varsaymaktadır.

      Bu iddianın tutarsızlığına geçmeden önce, prokaryot hücrelerin hiç de "ilkel" olmadığını belirtmekte yarar vardır. Bir bakterinin 2.000 civarında geni vardır. Her bir gen ise 1.000 kadar harf (şifre) içerir. Bu da bakterinin DNA'sındaki bilginin en az 2 milyon harf uzunluğunda olması demektir. Bu hesaba göre tek bir bakterinin DNA'sının içerdiği bilgi, her biri 100 bin kelimelik 20 romana denktir. 73

     İşte her bir bakterinin DNA'sında kodlu bu bilgilerdeki herhangi bir değişiklik, bakterinin tüm çalışma sistemini bozabilir. Bu durum, bakterinin ölümü anlamına gelir.

      Rastlantısal değişikliklere karşı koyan bu hassas yapı yanında, bakteriler ile ökaryot hücreler arasında hiçbir "ara form" bulunmayışı da, evrimcilerin iddiasını temelsiz kılmaktadır. Evrimci Prof. Ali Demirsoy, bakteri hücrelerinin ökaryot hücrelere ve bu hücrelerden oluşan kompleks canlılara dönüşmesi senaryosunun temelsiz olduğunu şu sözleriyle itiraf eder:

      Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılardan, nasıl olup da organelli ve karmaşık hücrelerin meydana geldiğini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçiş formu da bulunamamıştır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaşık yapıyı tümüyle taşırlar, herhangi bir şekilde daha basit yapılı organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel olduğu bir gruba veya canlıya rastlanmamıştır. Yani taşınan organeller her haliyle gelişmiştir. Basit ve ilkel formları yoktur.74

      Bakteri hücresi ile bitki hücresi arasındaki büyük yapısal farklılıklara bakıldığında, böyle bir dönüşümün imkansızlığı da açıkça görülmektedir:
     Prokaryot hücrelerin (solda), zaman içinde ökaryot hücrelere (sağda) dönüştüğü yönündeki evrimci varsayım, hiçbir bilimsel temele sahip değildir.

   1) Bakteri hücresinin hücre duvarı, polisakkarid ve proteinden oluşurken, bitki hücresinin hücre duvarı bunlardan tamamen farklı bir yapı olan selülozdan oluşur.

   2) Bitki hücresinde zarla çevrili, son derece kompleks yapılara sahip pek çok organel varken, bakteri hücresinde hiç organel yoktur. Bakteri hücresinde sadece serbest halde dolaşan çok küçük ribozomlar vardır. Bitki hücresindeki ribozomlar ise daha büyüktür ve zarlara bağlıdır. Ayrıca her iki ribozom tipi de farklı yollarla protein sentezi gerçekleştirir.75

   3) Bakteri hücresindeki ve bitki hücresindeki DNA'ların yapıları birbirlerinden farklıdır.

   4) Bitki hücresindeki DNA molekülü çift katlı bir zarla korunurken, bakteri hücresindeki DNA molekülü hücre içerisinde serbest durmaktadır.


     Yeryüzünde yaşamın temelini bitkiler oluşturur. Bitkiler hem besin üretmeleri, hem de atmosferdeki oksijeni sağlamaları nedeniyle, canlılığın vazgeçilmez şartlarındandır.

   5) Bakteri hücresindeki DNA molekülü biçim olarak kapalı bir ilmik görünümündedir, yani daireseldir. Bitki hücresindeki DNA molekülü ise doğrusal biçimdedir.

   6) Bakteri hücresindeki DNA molekülü tek bir hücreye ait bilgiler taşırken, bitki hücresindeki DNA molekülü, bitkinin tümüne ait bilgileri taşır. Örneğin meyveli bir ağacın kökleri, gövdesi, yaprakları, çiçekleri ve meyvesine ait tüm bilgiler, ağacın tüm hücrelerinin her birinin çekirdeğindeki DNA'da ayrı ayrı bulunmaktadır.

   7) Bazı bakteri türleri fotosentetiktir, yani fotosentez yaparlar. Ancak bitkilerden farklı olarak bakteriler hidrojen sülfit ile sudan ziyade, başka bileşikleri kırar ve oksijen gazı salmazlar. Ayrıca fotosentetik bakterilerde (örneğin cyano bakterisinde) klorofil ve fotosentetik pigmentler, kloroplast içinde bulunmazlar. Bunlar hücrenin içinde çeşitli zarların içine gömülü olarak dağılmışlardır.


     Günümüzde yaşayan benzerlerinden farksız bir yapıda olan 25 milyon yıllık bitki fosili.

   8) Bakteri hücresi ile bitki/hayvan hücresindeki mesajcı RNA'ların biyokimyasal yapıları birbirlerinden oldukça farklıdır.76

     Hücrenin yaşayabilmesinde mesajcı RNA son derece hayati bir görev üstlenmiştir. Ancak mesajcı RNA hem ökaryot hem de prokaryot hücrelerde aynı hayati görevi üstlenmiş olmasına rağmen, biyokimyasal yapıları birbirlerinden farklıdır. Science dergisinde yayınlanan bir makalesinde Darnell konuyla ilgili olarak şöyle yazar:

     Mesajcı RNA oluşumunun biyokimyasında ökaryotlar ve prokaryotlar kıyaslandığında fark o kadar büyüktür ki, prokaryot hücreden ökaryot hücreye evrim olası değildir.77

     Yukarıda birkaç örneğini verdiğimiz bakteri ve bitki hücreleri arasındaki büyük yapısal farklılıklar, evrimci biyologları büyük çıkmaza sokmaktadır. Bazı bakterilerin ve bitki hücrelerinin sahip oldukları ortak yönler olmasına rağmen, bu yapılar genel olarak birbirlerinden oldukça farklıdır. Bu farklılıklar ve hiçbir fonksiyonel "ara form"un mümkün olmaması, bitki hücresinin bakteri hücresinden evrimleştiği iddiasını bilimsel yönden geçersiz kılmaktadır.

     Nitekim Prof. Ali Demirsoy da, "karmaşık hücreler hiçbir zaman ilkel hücrelerden evrimsel süreç içerisinde gelişerek meydana gelmemiştir" diyerek bu gerçeği kabul eder.78

73 Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri, Tübitak yayınları, 8.Basım, s.25 
74 Prof.Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara, Meteksan Yayınları, s.79 
75 Prof. Dr. İlhami Kiziroğlu, Genel Biyoloji, Desen Yayınları 
76 Robert A. Wallace, Gerald P. Sanders, Robert J. Ferl, Biology, The Science of Life, Harper Collins College Publishers, s. 283  
77 Darnell, "Implications of RNA-RNA Splicing in Evolution of Eukaryotic Cells," Science, vol.202, 1978, s. 1257. 
78 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, s.79

14 Şubat 2013 Perşembe

Hücre bir bütün olarak var olmadan protein oluşamaz


Darwinistler istedikleri kadar içi formüllerle dolu aldatıcı kitaplar yazsınlar, istedikleri kadar sahte fosil getirsinler, Yaratılışa dair bilimsel delillere istedikleri kadar demagojik saldırılarda bulunsunlar, istedikleri kadar her tarafa hayali çizimlerle doldurdukları kartondan afişler yapıştırıp bunu evrim sergisi diye tanıtıp dursunlar, daha temelden yenilmiş oldukları gerçeğini değiştiremeyeceklerdir. Çünkü Darwinistlerin en büyük kabusu henüz daha canlılığın başlangıcıdır. Darwinistler henüz bir tane proteinin nasıl oluştuğuna dair TEK BİR AÇIKLAMA DAHİ YAPAMAMIŞLARDIR. Bu durum, Dawkins’in, Futuyma’nın, Tim White’ın ve diğer bütün Darwinistlerin içine düştüğü içler acısı durumu ifade eder. Yaptıkları hiçbir demagoji, tek bir protein karşısındaki bu büyük ve görkemli yenilginin önüne geçememektedir. TEK BİR PROTEİN, DARWİNİZM’İ TÜMÜYLE ALTÜST ETMİŞTİR.
Darwinist demagojinin önemli bir özelliği tüm kompleksliğine rağmen, yaşamdaki her şeyi basit göstermeye çalışmak olduğundan, Darwinistler, hayatın başlangıcı konusunu da hep basite indirgeme eğiliminde olmuşlardır. “Çamurlu suda hücre oluştu”, “DNA kendi kendine oluşup çoğalmaya başladı” gibi hikayelerin temelinde yatan sebep de budur. Darwinistler bu yolla insanları daha kolay aldatabileceklerini düşünürler. Fakat kendileri de çok iyi görmüşlerdir ki, olay artık bu aldatma safhasını çoktan geçmiştir. İnsanlar artık, yalnızca tek bir proteinin bile kendi kendine oluşamayacak kadar üstün bir kompleksliğe sahip olduğunu bilmekle kalmamakta, aynı zamanda bir proteinin, bir DNA’nın veya RNA’nın ya da hücrenin küçük büyük herhangi başka bir parçasının HÜCRENİN TAMAMI OLMADAN HİÇBİR İŞE YARAMADIĞINI DA bilmektedirler.

     Bu gerçek, Darwinist yenilgi açısından çok önemlidir:
     -       Tek bir proteinin oluşması için DNA gerekir
     -       Protein olmadan DNA oluşamaz
     -       DNA olmadan protein oluşamaz
     -       Protein olmadan protein oluşamaz
     -       Tek bir proteinin oluşması için 60 ayrı protein gerekir
     -       Bu proteinlerin bir tanesi bile eksik olsa protein var olamaz
     -       Ribozom olmadan protein oluşmaz
     -       RNA olmadan da protein oluşmaz
     -       ATP olmadan protein oluşmaz
     -       ATP’yi üretecek mitokondri olmadan da protein oluşmaz.
     -       Hücre çekirdeği olmadan protein oluşmaz
     -       Sitoplazma olmadan da protein oluşmaz
     -       Hücredeki organellerden bir tanesi eksik olsa protein oluşamaz
     -       Hücredeki bütün organellerin var olması ve çalışması için de proteinler gereklidir
     -       Bu organeller olmadan da hiçbir şekilde protein olmaz.

     Bu sistem, bir arada çalışmak zorunda olan iç içe bir sistemdir. Biri olmadan diğeri olamaz. Tek bir parçası var olsa bile, sistemin diğer parçaları olmadan bu parça hiçbir işe yaramaz.
Kısacası,
BİR PROTEİNİN VAR OLMASI İÇİN HÜCRENİN TAMAMI GEREKİR. Hücre, bugün incelediğimiz ve çok az bir kısmını anlayabildiğimiz mükemmel kompleks yapısı ile var olmadığı sürece, TEK BİR TANE BİLE PROTEİN MEYDANA GELEMEZ.  

     Bu protein kendi kendine oluşsa bile (ki, bu imkansızdır), hiçbir işe yaramaz. Tek başına etrafta dolanır ve ölür.
Dolayısıyla, Dawkins’in “kendi kendini kopyalayan molekül” iddiası, olağanüstü derecede saçmadır ve yalnızca insanları aldatmaya yöneliktir. İNSAN HÜCRESİNDEKİ HİÇBİR MOLEKÜL, BAŞKA HİÇBİR YARDIMA İHTİYAÇ DUYMAKSIZIN, KENDİ KENDİNİ KOPYALAYARAK ÇOĞALABİLME YETENEĞİNE SAHİP DEĞİLDİR.  

     Cambridge Üniversitesi’nden bilim felsefesi profesörü Stephen C. Meyer, Signature in the Cell (Hücredeki İşaret) kitabında bunu şöyle anlatmıştır:


     DNA’nın yapısının ve işlevinin ortaya çıktığı 1950’li yılları ve 1960’lı yılların başlarını takiben, yaşama dair yeni bir radikal kavram gelişmeye başladı. Moleküler biyologların keşfi, DNA’nın yalnızca bilgi taşımadığıydı. Biyologlar DNA hakkındaki bu keşfin hemen sonrasında, canlı organizmaların genetik bilgiyi işleyebilmesi için sistemlere sahip olması gerektiğinden şüphelendiler. Bir diskin içine saklanmış olan dijital bilginin o diski okuyan bir cihaz olmadan işe yaramaz olması gibi, DNA’nın içindeki bilgi de hücre bilgi işlem sistemi olmadan işe yaramazdır. (Darwinist) Richard Lewontin’in belirttiği gibi “Hiçbir canlı molekül (yani biyomolekül) kendi kendine çoğalamaz... Hücreler ancak bir bütün olarak kendi kendine çoğalmak için gerekli makinelere sahip olabilirler... DNA, yardım alarak veya almayarak, yalnızca kendi kendisinin kopyasını çıkaramamakla kalmaz, aynı zamanda başka hiçbir şey ‘üretemez’... Hücrenin içindeki proteinler başka proteinlerden yapılmıştır ve bu protein oluşturan makine olmaksızın hiçbir şey yapılamaz.” 1

    Bu açıklamalardan, son dönemlerde uzay dinine giren Dawkins’in açıklamalarının tutarsızlığı da bir kez daha ortaya çıkmıştır. Dünya, bir canlı hücrenin yaşaması için uzaydaki en uygun ortamdır. Ancak bu uygun şartlar bile, canlı hücrenin kendi kendine oluşabilmesine imkan vermemektedir. Dawkins, bu gerçek karşısında yeni bir çözüm arayışına girmiş ve kendi kendine çoğalabilen bir molekülün uzayda oluştuğunu ve daha sonra dünyaya geldiğini iddia etmiştir. Buradaki birinci açmaz, böyle bir canlı molekülün kendi kendine oluşamayacağıdır. İkincisi ise yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi, canlı bir molekülün dünyada dahi kendi kendine çoğalabilme yeteneğine sahip olmadığıdır. Nitekim bütün bu açmazların farkında olan Dawkins de en sonunda böyle bir molekülün üstün bir akıl tarafından yaratılmış olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır.2


     1 Stephen C. Meyer, Signiture in the Cell, Harper One, 2009, s. 132-133
     2 Ben Stein, Expelled “No Intelligent Allowed”, 2008, movie

11 Şubat 2013 Pazartesi

Sahte bir din: Darwinizm


Darwinizm'in tarihini incelediğimizde karşımıza çıkan çok açık gerçekler vardır:


  • Darwinizm bilimsel olarak ispat edilmemiş, tam tersine bilimsel delillerle yalanlanmıştır.
  • İşte bu nedenle Darwinizm sahtekarlıkla ayakta tutulmaya çalışılmıştır.
  • Darwinist sahtekarlıklar Darwinist bilim adamları tarafından görmezden gelinmiştir.
  • Sahte fosiller, sahte oldukları deşifre edildikten sonra bile yıllarca müzelerde evrim delili olarak sergilenmiştir.
  • Darwinist bilim adamları, sahtekarlıkların gerçek yüzünü bilmelerine rağmen, öğrencilerine tüm bunları evrimi ispat eden bilimsel delil gibi okutmuşlardır.
  • Darwinizm'i yalanlayan, yaratılışı ispat eden bilimsel gerçekler Darwinist bilim adamları tarafından gizlenmeye çalışılmıştır. Fosillerin saklanması bunun en büyük delilidir.
  • Darwinizm kitlelere insanın yalnızca bir hayvan olduğu mesajını vermeye çalışmış, bunun için sahte embriyo çizimleri yapmakta sakınca görmemiştir.
  • Darwinizm, canlıları üstün bir Yaratıcı'nın yarattığı gerçeğini reddedebilmek için tesadüflerin sözde mucizeler meydana getirdiğine insanları inandırmaya çalışmıştır. (Allah'ı tenzih ederiz.)



     Peki sahtekarlığa kadar giden bu şaşırtıcı gayretin sebebi nedir? Acaba Darwinistler bilimsel gerçeklerin sunduğu doğruları kabul etmek ve Darwinizm'den vazgeçmek yerine neden böyle zor bir yola girmişlerdir? Bilimsel olarak evrim teorisinin delillendirilemediği açık bir gerçek olmasına rağmen, acaba neden bu teoriye doğrulanmış izlenimi vermeye çalışmakta ve neden propaganda, sahtekarlık ve aldatmacalara bu kadar zaman ve emek harcamaktadırlar? Darwinist bilim adamları küçük duruma düşeceklerini, sahtekar bilineceklerini bile bile acaba neden ısrarla evrim uğruna yalanlar üretmiş ve bunları okullarda okutmuşlardır?

    Tüm bunların tek bir cevabı vardır: Darwinizm bilim değildir. Darwinizm sapkın bir dindir. Boş ve batıl bir inanç sistemidir. Sahtekarlık üzerine kurulu bir ideolojidir. Darwinistlerin, tüm bu gayretinin sebebi de bu sapkın dine olan körü körüne bağlılıkları ve batıl inançlarını var güçleriyle ayakta tutma arzusudur. Darwinistlere göre bunun için gereken her şey yapılmalıdır. Eğer bu batıl din terk edilirse, Darwinistler, tüm varlıkları Allah'ın yarattığı gerçeğini kabul edecekler ve sahte dinlerini terk etmiş olacaklardır. Bu durum, çarpık Darwinist beyinler için asla kabul edilemezdir. Oysa Allah'ın varlığına ve birliğine iman ve Allah sevgisi insanlar için büyük bir sevinç vesilesidir. Allah'a iman kişinin aklını ve kavrama gücünü kat kat arttıran, ruhunu müthiş derinleştiren büyük bir nimettir. Darwinistlerin kendi düşük akıllarınca Allah'ın apaçık olan varlığını inkar etmek için başvurdukları yöntemler ise onları yalnızca zavallılığa, amaçsızlığa, sahtekarlığa ve mantıksızlığa sürüklemektedir.

    İşte 150 yıldır Darwinizm adına süregelen yalanların, sahte fosillerin, sahte çizimlerin, yapıştırma kelebek fotoğraflarının, sahte embriyo şemalarının, bilimsel değeri olmayan sahte rekonstrüksiyonların, 70 yıl boyunca gizlenen Kambriyen canlılarının, 40 yıl boyunca sergilenen sahte kafataslarının, bazı okul kitaplarında yerini hala koruyan sahtekarlıkların kökeni budur. Batıl evrim dininin bağlıları, bu sahte dini yaşatmak için bilimi değil sahtekarlığı kullanmayı tercih ederler. Darwinist bilim adamları arasında, sessiz ama büyük bir ittifakla bu sahtekarlık sürdürülmektedir. Fransız biyolog Darwinist Pierre Paul Grasse, bu gerçeği şu şekilde itiraf etmektedir:

     Bu aldatmaca bazen bilinçsiz olarak gerçekleşir, ama her zaman değil. Çünkü bazı insanlar, mezhepçiliklerinden dolayı, kasıtlı olarak gerçekleri görmezden gelirler ve kendi inançlarının yetersizliği ve yanlışlığı bilgisini reddederler.

     Darwinist Pierre Paul Grasse'nin bu itirafı Darwinist çevreler arasında olup biten bir gizli anlaşmayı ifade eder niteliktedir. Deccal sistemine göre Darwinizm hiçbir şekilde reddedilemeyeceği için, sahtekarlıklara, aldatmacalara ve yalana göz yumulmalıdır.


    Evrim, çok ustaca düşünmeme ve çok ustaca yalan söyleme sanatıdır.

  Darwinistler, kimi zaman Darwinizm'i din olarak benimsedikleri gerçeğini de itiraf ederler. Buna verilebilecek birkaç örnek şöyledir   (Allah'ı tenzih ederiz):

    "Bir kişi, ancak o görüş ateizmden ayırt edilemezse, evrimle uyuşan bir dini görüşe sahip olabilir."107 Evrim biyoloğu ve genetikçi ateist Will Provine.

    "Evrim ... ateistlerin kendi varlıklarını korumalarına yardımcı olur ve onların yaratıcısız bir evrim 'dini' ile uyum içindedir."108 Evrim biyoloğu ateist Richard Dawkins.

    ''Aslında evrim bir bakıma bilimsel din haline geldi. Neredeyse bütün bilim adamları bunu kabul ediyorlar ve bunların pek çoğu kendi gözlemlerini buna uydurma 'eğilimi' içinde olmaya hazırlar."109 Manchester Üniversitesi Fizik profesörü Darwinist H. S. Lipson.

    "Benim 40 yıldan fazla bir zamandır devam eden evrimi deney ile gösterme girişimlerim tam anlamıyla başarısızlıkla sonuçlandı... Evrim fikri yalnızca inanca dayanmaktadır!"110 Tüm kariyerini canlılar arasında sözde yapay olarak evrimleşme gerçekleştirebilmek için harcayan Lund Üniversitesi'nden tanınmış bilim adamı Heribert Nilsson.

   "Doğal seleksiyon kanunları, iddia ediyorum ki, bilim değildir. Bu bir ideolojidir, üstelik kötü bir ideolojidir ve bizim yaşamın tarihini açıklıkla anlayabilme yeteneğimizin önüne geçer. Tıpkı birbirimize tolerans ile bakma yeteneğimizin önüne geçtiği gibi." İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü'nden yer bilimleri uzmanı Darwinist Kenneth Hsü.



   "Beni bunun şahidi, bu konunun avukatı gibi görseler ve bana şunu sorsalar 'Dr. Dawkins, evrime olan inancınız, evrim üzerine çalışmalarınız sizi ateizme mi döndürdü?' diye. Buna 'evet' demek zorunda kalırım. ... Benim gibi insanlar evrim lobisi için kötü haber gibidirler. Oysa ben bu konuda, bu alanda konuşan kişilerin hepsinden çok daha açık sözlüyüm." Richard Dawkins.

     Dünyaca tanınmış Darwinistlerin bu itirafları, kuşkusuz önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Darwinistler, savundukları ideolojinin bir yalan olduğunu bile bile, ortak, sessiz bir dil kullanarak, bu sahtekarlığı hep beraber devam ettirmektedirler. Zaman zaman yaptıkları itiraf niteliğindeki açıklamalar da, batıl Darwinizm dinine bağlılıkları açısından bir şey değiştirmemekte, bu sistem, 150 yıldır olduğu gibi aynı şekilde devam etmektedir. Kasıtlı yapılmış sahtekarlıkların arkası kesilmemekte, batıl Darwinizm dinini canlı tutmayı amaçlayan bu yalanlar sona ermemektedir.

     1998 yılında ölen ve tüm yaşantısını bu sahte teorinin tarafgirliğini yaparak geçirmiş olan İngiltere Doğa Tarih Müzesinin kıdemli paleontoloğu Colin Patterson'un aşağıdaki itirafı, Darwinistlerin içinde bulunduğu aldatmacayı görebilmek açısından düşündürücüdür.

      0n yıldan fazla bir zamandır, evrim üzerine çalışma yaptığımı düşündüm... (Ama) Bununla ilgili tek bir şey bile bilmiyordum... Son birkaç hafta boyunca çeşitli insanlara ve çeşitli gruplara basit bir soru yöneltmeyi denedim. Soru şuydu: 'Evrim hakkında doğru olan bildiğiniz bir şey, herhangi bir şey söyleyebilirmisiniz?' Bu soruyu Field Doğa Tarih Müzesi'nin jeoloji personeline de sordum ve aldığım tek cevap derin bir sessizlikti. Aynı soruyu, evrimin en prestijli kesimi olan Chicago Üniversitesi Evolutionary Morphology Seminar'ın (Evrimsel Morfoloji Semineri) üyelerine de sordum ve aldığım cevap yine uzun bir sessizlikti. Sonunda aralarından biri şu cevabı verdi: "Evet ben bir şey biliyorum - bunun liselerde okutulmaması gerekiyor."

     Colin Patterson'un bu itirafı, Darwinistlerin açıkça bildikleri bir gerçeği yaşamları boyunca saklamakta ve bir yalanın peşinden gitmekte hiçbir sakınca görmediklerini açıkça ortaya koymaktadır. Evrim teorisinin bir yalan olduğu aslında tüm bilim çevreleri tarafından bilinmektedir. Evrimin, beyinleri yıkamak amacıyla okullarda okutulmaya devam ettiğinin, evrim hakkında çıkan tüm haberlerin aldatmaca olduğunun, yapılan konferansların, çıkan kitapların, evrim yanlısı sayısız derginin aslında propaganda amacını taşıdığının hepsi farkındadır. Darwinistlerin her biri, doğa tarihi müzelerinde sergilenen fosillerin evrime hiçbir delil sunmadığını bilmektedirler. "Evrime yeni bir delil bulundu" haberlerinin uydurma, dergilerde ve gazetelerde çıkan evrim çizimlerinin ise sahte olduğunun farkındadırlar. Ama tüm bunlardan habersizmiş gibi davranırlar. Birbirlerine bu sahtekarlıkları anlatırken akademik konuşmalar yapıyor görünümü vermeye çalışırlar. Ama aslında hepsi, uydurma ve sahte bir ideolojinin destekçiliğini yaptıklarını bilmektedirler.

     Bütün bunların sebebi, evrimin bir inanç sistemi, sapkın bir din olmasıdır. Evrimin bilimsellikle ilgisi yoktur. Darwinizm, deccalin savaşının bir gereği olarak savunulmaktadır. Darwinizm'i savunan tüm bilim adamları, aslında farkında olmaksızın deccalin idaresindedirler.

     Florida State Üniversitesi'nden felsefe profesörü Darwinist Michael Ruse, batıl Darwinizm dinini şöyle tanımlar:

     Evrim, savunucuları tarafından bir bilim olmaktan çok daha ötesi olarak desteklendi. Evrim bir ideoloji, seküler bir din olarak ilan edildi - anlam ve ahlak olarak Hıristiyanlığa alternatif olan mükellef bir din olarak... Evrim bir dindir. Bu başlangıçtaki evrimde de bu şekildedir ve bugünkü evrimde de hala bu şekildedir.

    Amerikalı astronom, fizikçi ve kozmolog Robert Jastrow ise, Darwinistlerin körükörüne Darwinizm'e bağlı olmaları hakkında şunları söylemektedir:

     Belki de yeryüzündeki yaşamın ortaya çıkışı bir mucizedir. Bilim adamları bu görüşü kabul etme isteğindedirler, ama seçenekleri kısıtlıdır. Ya yaşam, bilimsel anlayışın dışında bir varlığın isteği ile yeryüzünde yaratılmıştır ya da bizim gezegenimiz üzerindeki cansız maddelerde meydana gelen kimyasal reaksiyonlar yoluyla kendi kendine meydana gelmiştir.

     Birinci düşünce hayatın kökeni konusunu bilimsel araştırmaların ötesine yöneltir. Bu, bilim kanunlarından münezzeh olan Yüce Varlık'ın gücüne olan inancın ifadesidir. İkinci teori de bir inanç hareketidir. Bu inanç hareketi ise yaşamın kökeninin bilimsel görüşünün doğru olduğu üzerine kuruludur. Fakat bu inancı destekleyecek hiçbir somut delil olmadan.

     Robert Jastrow'un bu satırlarda dile getirdiği gibi Darwinizm bir inanç olarak kabul görmektedir, ama bu batıl bir inançtır ve bilimsel hiçbir bulguyla desteklenmemektedir. Darwinizm'i; bilimsel görüşün ortaya koyduğu tek seçenek, yaratılış gerçeğini ise bilimin ötesinde bir inanış olarak görmek ise materyalist düşünce yapısının bir yanılgısı ve yalanıdır. Bilimin gösterdiği gerçek yaratılıştır. Canlılığın üstün ve kudret sahibi bir Aklın, yani Yüce Allah'ın eseri olduğu bilimsel bulgularla bir kez daha teyit edilmiştir. Darwinizm'in iddiaları ise bilimin tüm dalları tarafından yalanlanmıştır. Dolayısıyla bilime inanan bir kimsenin Darwinizm'i savunması gerektiği düşüncesi gerçeklerle bağdaşmayan ciddi bir yanılgıdır.

       Darwinizm'in bir bilim değil, batıl bir din olduğunun bilinmesi ve anlaşılması kuşkusuz çok önemlidir. Böylece, öncelikle Darwinizm'in dünyayı aldatmasının ideolojik bir sebebi olduğu anlaşılır. Teorinin ortaya atılışından bu yana Darwinizm adına yapılmış her çalışma, bu yönde atılmış her adım, aldatılan her insan, Darwinizm ideolojisinin bir parçası olmuştur. Darwinizm'in ders kitaplarında yer alması, tüm dünyaya yayılması, neredeyse tüm bilimsel dergilerin, gazetelerin ve televizyon programlarının tek konusu olması herhangi bir olay değildir. Bu durum aslında son derece tehlikelidir. İnsanlar, bu batıl dinin etkisiyle birbirlerini adeta hayvan gibi görmekte, güçlünün zayıfı ezmesini kendilerince makul karşılamakta, insanı Allah'a karşı hiçbir sorumluluğu olmayan, tesadüfen oluşmuş bir varlık olarak algılamaya başlamaktadırlar. Batıl Darwinizm dininin etkisiyle ortaya çıkan savaşlar, işgaller, çatışmalar; komünizm, kapitalizm, faşizm gibi çarpık ideolojiler; dünyanın pek çok ülkesinde halen devam eden anarşi ve terör bu tehlikenin boyutlarını açıkça göstermektedir.

     Unutmamak gerekir ki, Darwinizm'in sürekli telkin edilmesi ve tüm dünyada etkin kılınmaya çalışılması, Allah inancına karşı yürütülen bir mücadeledir. Bu sapkın ideoloji insanı Allah'a karşı tüm sorumluluklardan uzaklaştırmak ve ahireti unutturmak amacını taşımaktadır. Kendince Allah'a karşı sorumsuz olduğunu zanneden ve ahirete inanmayan bir insanın da kuşkusuz ki başkalarına zulmetmesi, diğerlerini acımasızca ezmesi, güçlü olmak için her türlü kötülüğü kendi aklınca meşru sayması, bencil olması, çatışmayı ilerlemenin yolu olarak gördüğü için savaşları teşvik etmesi, kitleleri yok etmesi, farklı etnik kökenlere karşı soykırım uygulaması şaşırtıcı değildir. Bugün henüz lise çağındaki gençler bile, ellerine silah alarak yaptıkları okul baskınlarında, onlarca kişiyi kurşuna dizerken, Darwinist mantığın zihinlerini nasıl zehirlediğini açıklamakta sakınca görmemektedirler. Karşılarındakini "elenmesi" gereken bir hayvan olarak gördüklerini saklamamaktadırlar. Batıl Darwinizm dini, işte böyle dehşetli ve tahrip edici bir inançtır.

     Dolayısıyla batıl Darwinizm dinini ve Darwinizm'in dünyayı aldatışını incelerken, bu gerçekleri unutmamak gerekmektedir. Darwinistlerin dünyayı aldatırken kullandıkları sinsi yöntemlerin bilimsellikle, kanıtlanması gereken herhangi bir bilimsel teori ile ilgisi olmadığını dikkate almak gerekmektedir. Batıl Darwinizm dininin, nüfus planlaması için açlık, hastalık ve savaşların gerekliliğini savunan Malthus'un fikirlerinden etkilenerek şekil aldığını, tüm hasta ve sakatların öldürülmesini öngören öjeni fikrinin temeli olduğunu, kitleleri ölüme sürükleyen faşist ve komünist diktatörlerin temel dayanağını oluşturduğunu, I. ve II. Dünya Savaşları'nda on milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine neden olduğunu ve şu anda tüm dünyada ve özellikle ülkemizde süregelen terör belasının beslendiği tek kaynak olduğunu unutmamak gerekmektedir. Bugün dünyada var olan tüm kargaşaların, din ahlakına karşı yürütülen eylemlerin, komünist ve faşist akımların, saldırı, katliam ve terör olaylarının da çıkış noktasının aynı mantık olduğu sürekli akılda tutulmalıdır. Darwinizm, bilimsellik adıyla ortaya çıkmış masum bir teori değil; kitleleri dejenerasyona, dinsizliğe, sorumsuzluğa, savaşlara, öfke ve şiddete sürükleyen çağımızın en büyük belalarından biridir.

     Batıl Darwinizm dininin savunucuları her ne kadar sahtekarlık üzerine bir yayılma politikası izlerlerse izlesinler, Allah'ın üstün kudretine karşı mücadele içinde olan herkes, mutlaka deşifre olacak ve yenilgiye uğrayacaktır. fiu anda da Darwinistler, Darwinizm'in bu tarihi yıkılışına tanıklık etmekte ve bu durumu esefle seyretmektedirler. Darwinistler, tüm gücün Allah'a ait olduğunu, tüm tuzaklarının mutlaka bozulup yok olacağını tam olarak kavrayamamış olabilirler, ancak Hakka karşı kurulmuş her batıl tuzak, mutlaka yerle bir olmaya mahkumdur.  Yüce Rabbimiz ayetinde bu gerçeği şöyle bildirir:

      Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)

9 Şubat 2013 Cumartesi

Büyük Varoluş Zinciri (Great Chain of Being)


     Yunan felsefeci Aristo'ya göre türler basitten karmaşığa doğru giden bir hiyerarşiye sahiptir ve tıpkı bir merdivenin basamakları gibi doğrusal bir çizgi üzerinde sıralanmaktadır. Aristo bu tezine "Scala Naturae" adını verir. Aristo'nun bu fikri 18. yüzyıla kadar batı düşünce hayatını çok derinden etkileyecek ve daha sonra da "Evrim Teorisi"ne dönüşecek olan Büyük Varoluş Zinciri (Great Chain of Being) inancının da kökenidir.

     Darwinizm'in temelini oluşturan tüm canlıların cansız maddelerden evrimleşerek geliştiği inancı ilk olarak "Büyük Varoluş Zinciri" adı altında Aristo'nun anlatımlarında karşımıza çıkar. Büyük Varoluş Zinciri evrimsel bir inanıştır ve Allah'ın varlığını inkar eden felsefeciler tarafından çok rağbet görmüştür.

     Söz konusu görüşe göre canlılar kendiliğinden oluşmuştur ve herşey; minerallerden organik maddeye, ilkel canlılardan hayvanlara, bitkilere ve insanlara, buradan da sözde "tanrılara" evrimleşmiştir. Bu akıl dışı inanca göre yeni organlar da canlının ihtiyacına göre kendiliğinden oluşmaktadır.

     Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, aksine tüm bilimsel gerçeklerle çelişen, sadece soyut mantık yürütmeye dayanan bu inanış, son olarak da "evrim teorisi" adıyla öne sürülmüştür.

     Büyük Varoluş Zinciri ilk başlarda tamamen felsefi bir görüş olarak ortaya atılmıştır ve herhangi bir bilimsellik iddiasında da bulunmamıştır. Ancak canlıların oluşumuna yaratılış gerçeği dışında sözde bir cevap bulmaya çalışanlar için Büyük Varoluş Zinciri adeta can simidi olmuştur ve bu amaçla da bilimsel bir havaya sokulmuştur. Bu canlıların birbirlerine nasıl dönüştüğü ise büyük bir muammadır. Çünkü bu zincir, bilimsel bir gözleme değil, soyut ve yüzeysel bir mantık yürütmeye dayanmaktadır. Yani ilkçağ felsefecilerinin masa başında oturup hiçbir bilimsel araştırma yapmadan ortaya attıkları bir masaldan ibarettir.

     Günümüzdeki materyalist ve ateist felsefelerin temelini oluşturan evrim teorisiyle, eski pagan maddeci felsefelerin hayat kaynağını oluşturan Scala Naturae ve Büyük Varoluş Zinciri arasında önemli bir paralellik söz konusudur. (bkz. Evrimsel paganizm - http://harunyahya.org/tr/works/646/#evrimpagan ) Bugün materyalizm evrim teorisiyle hayat bulurken, geçmişteki maddeci anlayış Büyük Varoluş Zincirini kendine temel dayanak almaktaydı.

      Darwin bu kavramdan oldukça etkilenmiş, hatta teorisini bu ana mantık üzerine kurmuştu. Loren Eiseley, Darwin's Century (Darwin'in Yüzyılı) isimli kitabında Darwin'in, Türlerin Kökeni isimli kitabının birçok bölümünde 18. yüzyılın bu varoluş merdiveninden mantıklar kullandığını, özellikle de organik maddelerin zorunlu olarak mükemmelliğe doğru ilerledikleri fikrinin buradan doğduğunu vurgulamıştır.89

     Dolayısıyla Darwin yeni ve bilimsel bir teori ortaya atmamıştı. Darwin'in yaptığı, kökleri eski Sümer'deki putperest efsanelere dayanan ve asıl eski Yunan'ın pagan inançları içinde gelişen bir batıl inancı, çağdaş bilimsel terimleri kullanarak ve çarpıtılmış birkaç gözlemle destekleyerek yeniden ifade etmekten başka bir şey değildi. Bu batıl inanç, önce 17. ve 18. yüzyılda yaşamış bazı bilim adamları tarafından yeni eklemelerle zenginleştirildi, sonra da Darwin'in Türlerin Kökeni isimli kitabında "bilimsel" bir görüntü kazanarak bilim tarihinin en büyük yanılgısı olarak ortaya çıktı.

      89 Loren Eiseley, Darwin's Century, s.283